
Sürgün kayıkları
Adaya geldiğimden beri birçok sürgün hikayesi dinlemiş olmam ve sürgünün hala devam ediyor olması Adalara bakışımı etkiledi. Adalarda sürgün edilen ilk kişi Ermeni Piskoposu I. Narses’in ardından, yüzyıllar sürecek sürgün geleneği devam etti. Adalar Bizans döneminde, buradaki manastırlara ithafen Papadonisia olarak biliniyordu. Bu manastırlar buraya sürgün edilen ve bazıları Konstantinopolis’e asla dönmemiş imparatorlar, imparatoriçeler, patrikler sayesinde ünlenmişlerdi.
Sürgün Kayıkları sergisinin hikayesi de bu sürgün hikayeleriyle başlar. Bu yelkenliler, sürgüne giden kişilerin umutsuzluklarını, bilinmezliklerini belki de korkularını da onlarla birlikte taşımışlardı. Bu sergide hayalimdeki yelkenlilerle, bu sürgün hikayelerine birazcık da olsa ses vermek istedim.
Gül Bolulu
Bunlar başka kayıklar, bildiklerimizden değil.
Ada sularında seyre çıkmış aşık kayıkları ya da balıkçılarınki değil.
Geçmişin pazar kayıkları da olabilirlerdi, ada ada dolaşıp satış yapan…
Bunların hiç biri değil.
Ağır bir tarihi sırtlanmış kayıklar bunlar.
Bizanslılardan başlayarak muhalifleri, prensleri, kaçakları taşıdılar.
Bazı ağırlıklar vardır ya, ölçüye tartıya gelmez, işte öyle ağırdılar;
hasret, yalnızlık, en çok da bilinmezlik.
Sürgünde başka ne var?
Belki ölüm ve umutsuzluk; görüyorsunuz, kırgınlar…
Kayıklar, yıpranmış bedenleriyle dinlenirken,
bir sanatçının hayalinden yola çıkarak canlandılar.
Canlandılar, çünkü sanatçı onlara yelkenlerini dokudu.
O zaman, yeniden yaşamaya başladılar.
Bilinmez, belki rüzgârla buluşmanın hayalini bile kurdular.
Bu bir anma, geçmişi hatırlama,
yaşadığımız bu toprağa bir saygı duruşu sayılabilir.
Hem, haksızca yerinden yurdundan edilmiş herkese bir saygı duruşu…
Zehra Başar